Bu akım, ilk olarak mimarlıkta başlayıp sonradan sanatın hemen tüm dallarına yayılmıştır.
1960’larda bir sanat akımı olarak varlığını hissettirmiş, 1980’lerden itibaren gündelik yaşamda da etkili olmaya başlamıştır.
Sözlük anlamı “modernizmden sonra gelen” veya “modernden itibaren”dir.
Postmodernizmi daha iyi anlayabilmek için önce modernizmi kavramak gerekir.Modernizm, Aydınlanma Çağı’yla birlikte teknik ve sanayideki devrimlerin sonucunda özellikle Batı toplumlarında hâkim olan akıl ve bilim mekezli dünya görüşüdür. Aydınlanma Çağı; kilisenin, dinî inançların, dogmaların, aristokrasinin ve Orta Çağ’a ait siyasi, kültürel, sosyal ve ekonomik kurumların akıl süzgecinden geçirilerek sorgulanmaya başlandığı ve bilimsel metotlara dayandırıldığı dönemdir.
Geleneksel olan her şeye karşı çıkan modernizm; “akıl, bilgi, teknoloji, endüstri, laiklik, bireysellik, demokrasi, kapitalizm, ulusal devlet” ekseninde toplumu ve toplumsal kurumları yeniden düzenlemeye dayanan görüştür.
Modern yaşam, insanların hayatında birçok kolaylık sağlarken bazı olumsuzlukları da beraberinde getirmiş, insanın mutluluğunu sağlamakta yetersiz kalmıştır. Bilgi ve teknolojinin bazı ülkeleri esir alması ve fakirleştirmesi, sanayi ile nükleer alanındaki gelişmelerin insanlığı tehdit etmesi, kapitalizmin insanları sömürmesi, demokrasi ve insan haklarında çifte standardın görülmesi, küreselleşmeyle birlikte ulusal değerlerin kaybolması, maddeciliğin her türlü saygınlığın üstünde tutulması, modern hayat özentisiyle insanların şehirlerde yığılması ve buraların yaşanmaz hale gelmesi, kalabalıklaşan şehirlerdeki insanların yalnızlaşması, insani ilişkilerin zayıflaması… ve bunun gibi sorunların oluştuğu kaos içinde insan kendine yabancılaşmış, doyumsuzluk, güvensizlik, inançsızlık içinde kimlik bunalımına düşmüştür. İşte postmodernizm, umutsuzlaşan insanların ve toplumların modernizmi sorguladığı böyle bir bunalım ortamında doğup gelişmiştir.
Postmodernizmin edebiyata yansımalarını şöyle sıralayabiliriz:
Modern yaşamı sorgulayarak reddeder, pozitvizm (olguculuk), rasyonalizm ve determinizme karşı çıkar.
Tek, doğru ve tartışmasız bir “gerçek” yerine gerçeğin sadece bir kısmının bilinebileceğine onun da yoruma açık olduğuna inanır.
Gerçek ile gerçekdışının, gerçek ile kurmacanın iç içe olduğa akıl ve mantığın zorlandığı bir imajlar dünyası sunar. Örneğin romanda olay örgüsü, şahıs kadrosu, zaman, mekân ve anlatıcı gibi unsurlarda gerçek olanla hayalî olan bir aradadır.
Geleneksel sanat ve estetik değerlerini reddeder; teklik, merkezilik ve bütünlüğü değil, çeşitlilik ve çoğulculuğu savunur, örneğin bir eserde realist, romantik ve sembolist etkileri iç içe bulmak mümkündür.
Sanatla gerçek arasındaki bağları kopararak kabul edilmiş doğruları, alışılagelmiş çağrışımları okuyucuların rahatını kaçıracak metotlar kullanarak sorgular.
Ortaya konulan eserleri, sanatçının bir ürünü olarak değil, okuyucu-dinleyici ve diğer alt unsurlar tarafından oluşturulan kültürün bileşimi olarak kabul eder.
Okuyucudan geleneksel doğrulardan sıyrılarak esere dâhil olmasını, eserin oluşumuna katılmasını ve kendi yorumunu ortaya koymasını ister.
Postmodern eserlerin diğer bir özelliği de ironi ve parodidir. Çağdaş veya modern dünyanın olumsuzlukları, yanlışlıkları ve karmaşası karşısında karamsar değil, belli bir ölçüde onu kabullenen ancak onu ciddiye almayan ve onunla alay eden bir tavır sergiler.
Zaman ve mekân geleneksel (klasik) ve modern romandaki kadar belirgin değildir.
Romandaki “son” genellikle belirsizdir, alışılagelmiş sonlar bulunmaz.
Sanatçının, eserin başından sonuna kadar belli bir üslubu yoktur. Gelenekleşmiş tür, şekil, edebî sanat, anlatım tarzları, ve dilin kullanılış biçimlerini reddeder Onlara göre kullandıkları dil ve bu dildeki kelimeler fertlere ait değil evrensel bir sisteme aittir. Yazar veya şairin kendine has bir dili olmaz.
Hayatı anlamak mümkün olmadığı gibi, bu inanca sahip bir yazarın eserinden açık bir anlam beklemek de mümkün değildir. Okuyucudan beklenen sanatçının eserine dahil olup kendi yorumunu yapmasıdır.